İran Mimarisinin 1300 Yıllık Özeti: İsfahan Cuma Camii

İran’ın tarihi başkenti İsfahan’ın kalbinde, Büyük Çarşı’nın hemen yanı başında, 1300 yılı aşkın bir süredir sürekli büyüyen, değişen ve gelişen, adeta canlı bir organizma gibi duran bir yapı bulunur: İsfahan Cuma Camii (Mescid-i Cuma). Bu eser, tek bir dönemde inşa edilmiş bir anıt değil; Abbâsîlerden Büyük Selçuklulara, İlhanlılardan Safevîlere kadar onlarca hanedanın kendi mimari ve sanatsal izlerini bıraktığı, katman katman bir tarih ve sanat ansiklopedisidir. İslam mimarisine hediye ettiği devrimci “dört eyvanlı planı” ve Selçuklu döneminden kalma iki muhteşem kubbesiyle, 2012’den beri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan bu yapı, İran-İslam mimarisinin kalbinin attığı yerdir.

Tarihin Katmanlarında Bir Yolculuk

İsfahan Cuma Camii’nin öyküsü, 8. yüzyılda, bölgedeki ilk Müslüman Arapların inşa ettiği basit bir “hipostil” (çok sütunlu) mescide dayanır. Ancak camiyi bugünkü kimliğine kavuşturan en önemli dönem, 11. ve 12. yüzyıllardaki Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun hakimiyetidir. Selçuklular, eski yapının büyük bir bölümünü yıkarak, cami mimarisinde bir devrim yaratacak olan “dört eyvanlı avlu” planını ilk kez anıtsal ölçekte burada uygulamışlardır. Selçukluların ardından gelen her medeniyet, bu ana şemaya sadık kalarak kendi zevkini ve sanatını camiye eklemiştir. İlhanlılar zarif bir mihrap, Safevîler ise eyvanları kaplayan göz alıcı mavi çinileri armağan ederek, camiyi stillerin buluştuğu eşsiz bir galeriye dönüştürmüşlerdir.

Mimarinin Devrimci Adımları

İsfahan Cuma Camii, mimarlık tarihinde birçok ilke imza atmıştır.

Dört Eyvan Planının Doğuşu: Caminin en büyük devrimi, ortada büyük bir avlu ve bu avlunun dört yönüne bakan, her biri devasa bir kapı gibi duran “eyvan” adı verilen yarı açık, beşik tonozlu mekanlardan oluşan planıdır. Bu tasarım, camiyi sadece kapalı bir ibadet mekanı olmaktan çıkarıp, aynı zamanda bir toplanma, eğitim ve sosyal yaşam alanı haline getiren dinamik bir kurgu sunar. Bu plan, o kadar başarılı olmuştur ki, sonraki yüzyıllar boyunca tüm İran, Afganistan ve Orta Asya coğrafyasındaki cami, medrese ve kervansaray mimarisi için ana model haline gelmiştir.

İki Selçuklu Kubbesi: Bir Rekabetin Ürünü: Caminin güney ve kuzeyinde, Selçuklu döneminden kalma, tuğla mimarisinin iki ayrı şaheseri olan iki kubbe bulunur.

Nizâmülmülk Kubbesi: Güneyde, ana mihrabın önünde yer alan büyük kubbe, Selçuklu’nun efsanevi veziri Nizâmülmülk tarafından yaptırılmıştır. Döneminin en büyük kubbesi olan bu yapı, gücü ve haşmeti simgeler.

Tâcülmülk Kubbesi: Kuzeyde yer alan ve Nizâmülmülk’ün rakibi olan Tâcülmülk tarafından yaptırılan daha küçük kubbe ise, matematiksel oranlarının kusursuzluğu ve geometrik mükemmelliğiyle “İslam mimarisinin en saf ve en güzel tuğla kubbesi” olarak kabul edilir. Bu iki kubbe, adeta iki devlet adamının sanat ve mimari üzerinden yaptığı bir güç ve zarafet düellosu gibidir.

Stillerin Galerisi: Caminin labirenti andıran koridorlarında gezinmek, farklı dönemlerin sanatını okumak gibidir. Selçukluların sade ve güçlü tuğla işçiliği, İlhanlıların ince alçı (stuko) oymaları ve Safevîlerin eyvanları kaplayan, insanı hayran bırakan mavi çinileri ve mukarnasları, bu yapıyı eşsiz kılar.

İsfahan’ın Kalbi ve Ruhu

Dini ve Sosyal Merkez: İsfahan Cuma Camii, bin yılı aşkın bir süredir şehrin en önemli dini ve sosyal merkezi olmuştur. Cuma namazları burada kılınmış, alimler burada ders vermiş, halk burada buluşmuştur.

Mimari Bir Prototip: Dört eyvanlı planıyla, kendisinden sonraki yüzlerce yapıya ilham kaynağı olmuş, bir coğrafyanın mimari kimliğini tek başına şekillendirmiştir.

İsfahan Cuma Camii, geçmişin donmuş bir anıtı değil, yüzyıllardır yaşayan, nefes alan, her köşesinde farklı bir hanedanın fısıltısını taşıyan, dünyanın en etkileyici ve en katmanlı yapılarından biridir.