Timur’un Aşk ve Güç Anıtı: Bibi Hanım Camii

Özbekistan’ın tarihi Semerkant şehrinde, Registan Meydanı’nın görkemine komşu, gökyüzüne uzanan firuze renkli devasa kubbesi ve harabe halindeyken bile insanı hayran bırakan anıtsal portalıyla bir yapı durur: Bibi Hanım Camii. Bu eser, sadece bir cami değil; aynı zamanda cihan fatihi Emir Timur’un gücünün, zenginliğinin ve rivayete göre en sevdiği eşi Bibi Hanım’a (Saray Mülk Hanım) olan aşkının bir ifadesidir. Bir zamanlar “Cennetin kubbeleri onun haşmeti karşısında eğilmeli” denilerek övülen bu yapı, bir imparatorluğun zirvesindeki hırsın ve mimari dehanın olduğu kadar, bu hırsın getirdiği trajedinin de sessiz tanığıdır.

Bir Fethin Şükrü, Bir Aşkın Hediyesi

Bibi Hanım Camii’nin öyküsü, 14. yüzyılın sonlarına, Emir Timur’un Hindistan’a yaptığı başarılı ve zengin ganimetlerle dolu seferinin hemen sonrasına dayanır. Timur, 1399 yılında, başkenti Semerkant’ı tüm dünyanın kıskanacağı, eşi benzeri olmayan anıtlarla donatma projesinin en önemli adımı olarak bu caminin inşasını emretmiştir. Rivayete göre cami, Timur’un Çin kökenli Moğol prensesi olan en büyük ve en sevdiği eşi Bibi Hanım’a bir armağanıdır. Timur, Hindistan seferinden getirdiği 95 fili inşaatta çalıştırmış, imparatorluğun dört bir yanından en usta mimarları, sanatkârları ve işçileri Semerkant’a getirerek, İslam dünyasında o güne dek görülmemiş büyüklükte bir Cuma Camisi inşa ettirmiştir. Beş yıl gibi rekor bir sürede, 1404’te tamamlanan cami, Timur’un gücünün ve vizyonunun bir sembolü olmuştur.

Mimari Bir Dev: Anıtsallığın Sınırları

Bibi Hanım Camii, boyutlarıyla döneminin tüm yapılarını gölgede bırakacak şekilde tasarlanmıştır.

Dört Eyvanlı Anıtsal Plan: Cami, İran mimarisinin klasiği olan dört eyvanlı avlu şemasına sahiptir. Ancak buradaki her bir unsur, devasa boyutlardadır. 50 metreyi aşan yüksekliğiyle ana giriş kapısı (portal), görenleri hayrete düşürecek bir anıtsallıktadır. Avlunun dört tarafındaki eyvanlar, caminin farklı bölümlerine açılır.

Gök Mavisi Kubbeler: Cami kompleksinin en göz alıcı unsurları, firuze ve gök mavisi renklerdeki yivli kubbeleridir. Kıble yönündeki ana caminin üzerindeki devasa kubbe, bir zamanlar Semerkant’ın gökyüzüne vurduğu en büyük mühürdü. Avlunun iki yanındaki daha küçük camilerin kubbeleri ise bu anıtsallığı dengeler.

Zengin Süsleme: Yapının duvarları, o dönem Timurlu sanatının zirvesini yansıtan, göz alıcı süslemelerle kaplıydı. Sırlı tuğlalar, mozaik çiniler, mermer paneller ve yaldızlı kabartmalar, yapıya bir saray zenginliği katıyordu.

Dev Rahle: Caminin avlusunun ortasında, Uluğ Bey döneminde eklenmiş olan, devasa bir mermer bloktan oyulmuş Kuran rahlesi bulunur. Bu rahle, o dönemde camide muhafaza edilen ve Hazreti Osman’a ait olduğuna inanılan devasa Kuran-ı Kerim için yapılmıştır.

Hırsın Getirdiği Çöküş ve Yeniden Doğuş

Ne yazık ki, Bibi Hanım Camii’nin anıtsallığı, aynı zamanda onun laneti olmuştur. Timur’un, yapının mümkün olan en kısa sürede ve en büyük şekilde inşa edilmesi yönündeki ısrarı, mimarların ve mühendislerin aceleci ve riskli kararlar almasına neden olmuştur. İnşaat tamamlandıktan çok kısa bir süre sonra, yapısal sorunlar baş göstermiş, devasa kubbeden ve kemerlerden taşlar düşmeye başlamıştır. Yüzyıllar boyunca depremler ve bakımsızlık nedeniyle yavaş yavaş bir harabeye dönüşen cami, 20. yüzyılda Sovyetler Birliği ve daha sonra bağımsız Özbekistan döneminde gerçekleştirilen kapsamlı restorasyon çalışmalarıyla adeta küllerinden yeniden doğmuştur.

Semerkant’ın Kalbindeki Yeri

Timurlu Rönesansı’nın Simgesi: Bibi Hanım Camii, 14. ve 15. yüzyıllarda Semerkant’ta yaşanan ve “Timurlu Rönesansı” olarak adlandırılan büyük sanat ve mimari atılımının en görkemli ve en iddialı ürünüdür.

Bir Güç Manifestosu: Bu yapı, Timur’un sadece bir fatih değil, aynı zamanda fetihlerinden elde ettiği zenginliği kalıcı ve anıtsal eserlere dönüştüren bir imparatorluk kurucusu olduğunun en büyük kanıtıdır.

Bugün restore edilmiş haşmetiyle ayakta duran Bibi Hanım Camii, bir cihan fatihinin büyük aşkını, sınır tanımayan hırsını, bir imparatorluğun altın çağını ve zamanın yıkıcılığına karşı verilen mücadeleyi aynı anda anlatan, unutulmaz bir masal gibidir.