Klasik Mimarinin Eşiğindeki Sultan Anıtı: İstanbul Beyazıt Külliyesi ve Camii

İstanbul’un en hareketli ve tarihi meydanlarından birinde, Kapalıçarşı ile İstanbul Üniversitesi’nin arasında, bir sükunet vahası gibi yükselen Beyazıt Camii ve Külliyesi, sadece bir ibadethane değil; aynı zamanda erken dönem Osmanlı mimarisinin arayışlarını sonlandıran ve Mimar Sinan’ın başyapıtlarına giden yolu açan bir mimari devrimdir. Fatih Sultan Mehmed’in oğlu ve “Veli” (Ermiş) lakabıyla anılan Sultan II. Bayezid tarafından inşa ettirilen bu eser, İstanbul’da orijinal ana planını ve kütlesini büyük ölçüde koruyarak günümüze ulaşan en eski selatin (sultan) camisidir.

Bir Sultanın Adaleti ve Sanat Vizyonu

Babası Fatih’in fethettiği İstanbul’u büyük bir imar projesiyle bir imparatorluk başkentine dönüştürmesinin ardından, oğlu Sultan II. Bayezid, bu mirası daha da ileri taşıyarak, sanatta ve mimaride bir “klasik üslup” arayışına girmiştir. 1501-1506 yılları arasında inşa edilen Beyazıt Külliyesi, bu arayışın en somut ve en anıtsal sonucudur. Mimarının kim olduğu kesin olarak bilinmese de Mimar Hayreddin veya Yakupşah bin Sultanşah gibi dönemin önemli ustalarının eseri olduğu düşünülmektedir. Bu külliye, Fatih döneminin deneysel ruhu ile Mimar Sinan döneminin mutlak olgunluğu arasında mükemmel bir köprü vazifesi görür.

Mimaride Bir Köprü, Estetikte Bir Zirve

Beyazıt Camii’nin mimarisi, kendisinden sonraki yüzlerce camiye model olacak olan klasik Osmanlı üslubunun temel taşlarını yerleştirmiştir.

Ayasofya’dan İlhamla Gelen Plan: Cami, Fatih’in yıkılan ilk camisinde denenen ancak burada tam bir olgunluğa ulaşan bir plana sahiptir: devasa bir merkezi kubbe, kıble ekseni boyunca iki büyük yarım kubbe ile desteklenir. Ayasofya’nın planından ilham alan bu tasarım, iç mekanı sütunlardan arındırarak bütüncül, ferah ve ezici bir anıtsallığa kavuşturur. Bu plan, Mimar Sinan’ın Şehzade ve Süleymaniye Camileri’nde zirveye taşıyacağı klasik şemanın ilk mükemmel örneğidir.

Revaklı Avluların En Güzeli: Caminin önünde yer alan revaklı avlu, Osmanlı mimarisindeki en dengeli ve en zarif avlulardan biri olarak kabul edilir. Ortasındaki şadırvanı, 20 farklı sütunun taşıdığı 24 kubbeli revakları ve renkli mermerlerin kullanıldığı anıtsal giriş kapısıyla, cemaati ibadetin ruhani atmosferine hazırlayan görkemli bir geçiş mekanıdır.

Sade ve Asil İç Mekân: Caminin içi, sonraki dönemlerin yoğun çini süslemelerinin aksine, son derece sade ve asil bir duruşa sahiptir. Bu sadelik, tüm dikkati mekanın mimari oranlarının kusursuzluğuna, taş işçiliğinin kalitesine ve mekanın yarattığı derinlik hissine çeker. Mihrap, minber ve müezzin mahfili, dönemin taş oymacılığının en zarif örnekleridir.

Yaşayan Bir Şehir Merkezi: Külliye

Beyazıt Camii, etrafındaki yapılarla birlikte, şehrin kalbinde yaşayan bir sosyal merkez olarak tasarlanmıştır:

Medrese: Günümüzde Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı olarak hizmet veren medrese, külliyenin eğitim birimiydi.

İmaret ve Kervansaray: Aşevi ve kervansaray, şehrin ticari hayatının merkezinde, yolculara ve yoksullara hizmet verirdi.

Hamam: Külliyenin önemli bir parçası olan hamam, hem sosyal hem de hijyenik bir işlev görüyordu.

Sultan II. Bayezid Türbesi: Caminin mihrap duvarının arkasında, mütevazı ama bir o kadar da asil türbede, külliyenin banisi Sultan II. Bayezid medfundur.

Osmanlı Mimarisindeki Yeri ve Önemi

Klasik Üslubun Doğuşu: Beyazıt Camii, klasik Osmanlı mimarisinin başlangıcı olarak kabul edilir. Kendisinden önceki arayışları bir sonuca bağlamış ve kendisinden sonraki şaheserlere ilham kaynağı olmuştur.

En Eski Anıtsal Selatin Camisi: İstanbul’da, büyük depremler ve yangınlar atlatmasına rağmen, orijinal mimari şemasını önemli ölçüde koruyarak ayakta kalmış en eski sultan camisidir.

Mimar Sinan’ın Öncüsü: Mimar Sinan’ın, bu camiyi dikkatle incelediği ve kendi eserlerinde buradaki mimari çözümleri daha da geliştirdiği bilinmektedir. Bu nedenle yapı, Sinan gibi bir dehanın bile “ustası” sayılabilir.

Beyazıt Camii ve Külliyesi, bir imparatorluğun estetik arayışında ulaştığı ilk olgun durak, fethin anıtsallığından klasik dönemin zarafetine geçişin en önemli tanığı ve İstanbul’un kalbinde beş asırdır sükunetle atan manevi bir merkezdir.