İki Dinin Kutsalı, İki İmparatorluğun Tacı: Ayasofya-i Kebîr Câmi-i Şerîfi

İstanbul’un tarihi yarımadasının kalbinde, Sultanahmet Camii’nin tam karşısında, 1500 yıldır zamana, depremlere, savaşlara ve medeniyetlerin değişimine tanıklık eden, yeryüzünün en heybetli ve en ruhani yapılarından biri yükselir: Ayasofya. O, sadece bir mimari harika değil; aynı zamanda bir medeniyetin biyografisinin taşa, mermere ve altına yazılmış halidir. Bizans’ın en büyük katedrali, Osmanlı’nın en ulu camisi, Cumhuriyet’in en çok ziyaret edilen müzesi ve bugün yeniden İstanbul’un fethinin sembolü olan “Büyük Camii” olarak, Ayasofya insanlık tarihinin en önemli kavşak noktalarından birinde durmaya devam etmektedir.

Bin Beş Yüz Yıllık Bir Tanıklık

Ayasofya’nın öyküsü, dört ayrı döneme ayrılan, eşsiz bir tarihsel serüvendir.

Birinci Bölüm: Kutsal Bilgelik Kilisesi (537-1453): Bugün gördüğümüz anıtsal yapı, aynı yerde daha önce iki kez yıkılan kiliselerin yerine, Bizans İmparatoru I. Jüstinyen tarafından, “Tanrı’nın Kutsal Bilgeliği’ne” (Hagia Sophia) adanarak 532-537 yılları arasında, sadece beş yıl gibi inanılmaz kısa bir sürede inşa ettirilmiştir. Mimar Trallesli Anthemius ve Miletli İsidoros’un eseri olan bu yapı, tamamlandığında o güne dek görülmemiş devasa kubbesiyle mimarlık tarihinde bir devrim yaratmış ve yaklaşık bin yıl boyunca Hristiyan Ortodoks dünyasının en büyük ve en önemli katedrali olmuştur.

İkinci Bölüm: Fethin Sembolü Cami-i Kebir (1453-1934): 29 Mayıs 1453’te İstanbul’un fethinin ardından, Fatih Sultan Mehmed’in şehre girip ilk Cuma namazını burada kılmasıyla, Ayasofya’nın tarihinde yeni bir sayfa açılmıştır. Fetih hakkı olarak camiye çevrilen yapı, “Cami-i Kebir” (Büyük Cami) unvanıyla, yaklaşık 500 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun en ulu ve en prestijli camisi olarak hizmet vermiştir. Bu dönemde yapıya Fatih’in ahşap minaresinden başlayarak, Mimar Sinan’ın da eklediği taş minareler, mihrap, minber, hünkâr mahfili ve en önemlisi, 19. yüzyılda Hattat Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılan devasa hat levhaları gibi İslami unsurlar eklenmiştir.

Üçüncü Bölüm: Bir Dünya Mirası Olarak Müze (1934-2020): Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün vizyonu ve Bakanlar Kurulu kararıyla, 1934 yılında bir müzeye dönüştürülmüştür. Bu karar, Ayasofya’nın evrensel sanat ve mimari değerini, inancı ne olursa olsun tüm insanlığın ziyaretine ve bilgisine sunma amacını taşıyordu. Bu dönemde, üzerleri sıvayla kapatılmış olan muhteşem Bizans mozaiklerinin bir kısmı yeniden gün yüzüne çıkarılmıştır.

Dördüncü Bölüm: Yeniden Cami (2020-Günümüz): 10 Temmuz 2020 tarihinde Danıştay’ın 1934 tarihli kararı iptal etmesi ve ardından Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle, Ayasofya yeniden “Ayasofya-i Kebîr Câmi-i Şerîfi” adıyla Müslümanların ibadetine açılmıştır.

Mimarinin Başyapıtı

Ayasofya’nın mimari dehası, bugün bile mühendisleri ve mimarları hayran bırakmaya devam etmektedir.

Havada Asılı Duran Kubbe: Ayasofya’yı efsanevi yapan, 31 metre çapındaki devasa merkezi kubbesidir. Bu dev kubbe, dört büyük paye (sütun) üzerine, “pandantif” adı verilen küresel üçgenler aracılığıyla oturtulmuştur. Bu devrimci teknik ve kubbenin eteğindeki 40 adet pencereden içeri süzülen ışık, kubbenin adeta “gökyüzünden indirilmiş gibi havada asılı durduğu” hissini yaratır. Bu, kendisinden sonraki bin yıllık hem Bizans hem de Osmanlı kubbe mimarisini derinden etkileyen bir başlangıç noktasıdır.

Mozaik ve Hat Sanatının Birlikteliği: Ayasofya’nın iç mekanı, belki de dünyanın başka hiçbir yerinde görülemeyecek, son derece etkileyici bir manzaraya ev sahipliği yapar. Apsis bölümündeki 9. yüzyıldan kalma muhteşem Meryem ve Çocuk İsa mozaiği ile devasa payelerin üzerinde asılı duran, üzerinde Allah, Muhammed, Dört Halife ile Hasan ve Hüseyin’in isimlerinin yazılı olduğu devasa hat levhaları aynı anda görülür. Bu, iki büyük medeniyetin ve dinin mirasının aynı kutsal mekanda nasıl iç içe geçtiğinin en güçlü görsel ifadesidir.

Tarihteki Eşsiz Yeri

Mimari Bir Devrim: Kubbe teknolojisiyle, yapıldığı dönemde mimarlık tarihinin akışını değiştirmiştir.

İki İmparatorluğun Kalbi: Yaklaşık 900 yıl Doğu Roma’nın (Bizans), yaklaşık 500 yıl da Osmanlı’nın olmak üzere, iki büyük cihan imparatorluğunun en tepedeki anıtı ve merkezi olmuştur.

İki Dinin Kutsal Mekânı: Ortodoks Hristiyanlık için en kutsal kiliselerden biri, İslam için ise fethin en büyük sembolü ve en ulu mabetlerden biridir.

Ayasofya, basit bir tanıma sığdırılamayacak kadar büyük, bir medeniyetten daha fazlasını barındıran, yeryüzünün en önemli ve en katmanlı anıtıdır. O, sadece ziyaret edilen bir mekan değil; insanlığın ortak tarihinin, inancının, sanatının ve dehasının önünde saygıyla durulan canlı bir tanıktır.