Sütunlar Ormanında İki Medeniyet: Kurtuba Ulu Camii (Mezquita-Catedral)

İspanya’nın Endülüs bölgesindeki tarihi Kurtuba (Córdoba) şehrinin kalbinde, insan eliyle yapılmış bir ormanda geziyormuş hissi veren, eşi benzeri olmayan bir yapı durur: Kurtuba Ulu Camii. Bugün resmi adıyla Kurtuba Katedral-Camii (Mezquita-Catedral) olarak anılan bu eser, sadece bir ibadethane değil; aynı zamanda Endülüs Emevi medeniyetinin zirvesini, bir fethin ardından yaşanan büyük dönüşümü ve iki büyük dinin aynı mekandaki katmanlı varlığını içinde barındıran, dünyanın en etkileyici ve en dokunaklı mimari anıtlarından biridir.

Endülüs Emevilerinin Başkenti, Batı’nın İncisi

Emevi hanedanının Şam’daki hakimiyetini kaybedip Endülüs’e sığınmasının ardından, I. Abdurrahman tarafından 784 yılında, daha önce bir Vizigot kilisesinin bulunduğu alana inşa edilmeye başlanmıştır. Sonraki 200 yıl boyunca, II. Abdurrahman, II. Hakem ve Hacib El-Mansur gibi hükümdarlar tarafından yapılan eklemelerle sürekli genişletilen cami, bir dönem dünyanın en büyük ve en görkemli ibadethanesi haline gelmiştir. Kurtuba Ulu Camii, sadece bir dini merkez değil, aynı zamanda Avrupa’nın en parlak bilim, felsefe ve sanat merkezlerinden biri olan Endülüs’ün atan kalbiydi.

Mimarinin Büyüsü: Sonsuzluğa Uzanan Sütunlar Ormanı

Kurtuba Camii’nin mimarisi, ziyaretçilerini anında büyüleyen, akıl almaz ve yenilikçi çözümlerle doludur.

Sütunlar Ormanı: Caminin en meşhur özelliği, iç mekanını dolduran 850’den fazla mermer, granit, oniks ve yeşim taşı sütundan oluşan “sütunlar ormanı”dır. Birçoğu daha önceki Roma ve Vizigot yapılarından getirilmiş “devşirme” (spolia) olan bu sütunlar, sanki sonsuza kadar uzanıyormuş gibi bir derinlik ve perspektif hissi yaratır.

At Nalı Kemerlerin Dansı: Caminin mimari dehasını ortaya koyan en önemli yenilik, çift katlı kemer sistemidir. Alçak tavan sorununu çözmek için mimarlar, sütunların üzerine önce at nalı şeklinde alt kemerleri, onların üzerine de daha yüksek yarım daire şeklindeki üst kemerleri yerleştirmişlerdir. Kırmızı tuğla ve beyaz taşın ardışık olarak kullanıldığı bu çift katlı kemerler, yapıya hem ritmik bir güzellik hem de şaşırtıcı bir hafiflik ve ferahlık katmıştır.

Altın Mozaikli Mihrap: II. Hakem döneminde eklenen mihrap ve onu çevreleyen bölüm, İslam sanatının zirvelerinden biri olarak kabul edilir. Dönemin Endülüs hükümdarı, bu mihrabın mozaiklerini yapması için Bizans İmparatoru’ndan özel olarak ustalar ve malzemeler istemiştir. Rakip iki büyük imparatorluk arasındaki bu sanatsal iş birliği, mihrabı daha da paha biçilmez kılar.

Bir Dönüşümün Öyküsü: Cami’den Katedral’e

1236 yılında Kurtuba’nın Kastilya Krallığı tarafından yeniden fethedilmesinin (Reconquista) ardından, cami derhal bir katedral olarak kutsanmış ve Hristiyan ibadetine açılmıştır. İlk başlarda yapıya küçük şapeller eklenmişse de, en büyük ve en tartışmalı değişiklik 16. yüzyılda yaşanmıştır. Dönemin piskoposlarının ısrarıyla, sütunlar ormanının tam kalbine, yüzlerce sütun sökülerek devasa bir Rönesans üslubunda katedral nefi (ana bölüm) inşa edilmiştir.

Bu durum, yapının eşsiz bütünlüğünü bozan bir müdahale olarak tarihe geçmiştir. Rivayete göre, inşaatı sonradan gören İmparator V. Karl (Şarlken), piskoposlara dönerek o meşhur sitemini dile getirmiştir: “Burada, her yerde yapılabilecek bir şeyi inşa etmek için, dünyada eşi benzeri olmayan bir şeyi yıktınız.”

Bir Hafıza Mekânı Olarak Mirası

Endülüs’ün Zirvesi: Kurtuba Ulu Camii, Endülüs Emevi medeniyetinin sanatsal, mimari ve entelektüel gücünün günümüze ulaşan en büyük ve en görkemli tanığıdır.

Katmanlı Bir Kimlik: Bugün bu yapı, ne sadece bir cami ne de sadece bir katedraldir. O, zaferlerin, kayıpların, dönüşümlerin ve iki büyük medeniyetin izlerini aynı duvarlar içinde barındıran, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan eşsiz bir hafıza mekanıdır.

Kurtuba Ulu Camii’ni gezmek, sadece mermer ve mozaikten bir yapıya bakmak değil; tarihin hem en parlak hem de en hüzünlü sayfalarından birinde, insanlığın ortak mirasının karmaşıklığına ve güzelliğine tanıklık etmektir.